İngiliz tanığın gözünden Kıbrıs Çıkarması - 2 - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Perşembe, Nisan 25, 2024
ManşetPoli

İngiliz tanığın gözünden Kıbrıs Çıkarması – 2

Serhat Güvenç

Hazırlayan: Serhat Güvenç

Günce Yunan Cunta’sının Kıbrıs’ta tezgahlandığı darbenin ilk günü 15 Temmuz 1974’de başlıyor ve adadan tahliye edildikleri 23 Temmuz 1974 günü sona eriyor. İşte James Rodgers-Lee’nin gözünden çıkarmanın ilk üç günü:


“Her şey 15 Temmuz sabah 9:30’da başladı. Tam kahvaltımızı bitirmiştik ki kahyamız Makarios’un öldürüldüğünü  ve Lefkoşe’daki hükümetin darbeyle yıkıldığını söyledi.

Bunun üzerine eşime Girne’ye inip bankadan biraz para çeksek ve yiyecek alsak iyi olur dedim. Hazırlanıp arabayla Girne’ye doğru yola koyulduk. Radyoyu açtık ancak sadece Rum radyosu yayındaydı. O da askeri marşlar çalıyordu. Rumca bir anons için yayın kesildi. Eşim biraz Rumca bildiğinden ne söylediğini anladık: Özetle yollar araç trafiğe kapatılmıştı. Sadece cankurtaranlara ve askeri araçların geçişine izin veriliyordu. Bu sırada Girne’ye varmıştık. Tam kapanmak üzereyken bankaya yetiştim ve biraz para çekebildim. Daha sonra fırına uğrayıp üç ekmek aldık ve eve döndük. Dönüşte bir Rum Milli Muhafız Ordusu (RMMO) kışlasının önünden geçtik. Kışlanın dışında bir sürü asker ve bir de tank vardı. Bizi durdurdular. Ortalığın her an karışabileceğini belirtip bir an önce eve dönmemizi söylediler. Eve vardığımızda, radyodan ertesi gün sabah 2:00 ile 5:00 arasında sokağa çıkma yasağı konduğunu öğrendik. Bu gece TV’de yeni hükümetin basın toplantısını izledik. Rezil ve mide bulandırıcıydı. Yeni cumhurbaşkanının kim olacağını öğrendiğimde eşime, “Buraya kadar.

Türkler artık kesin gelir” dedim.[1]

Ertesi gün sokağa çıkma yasağı 16:00’ya, daha sonraki gün ise 19:00’a dek kaldırıldı. Ortalık sakindi ama insanların yeni rejim tarafından tutuklanıp öldürüldüğü Girne’de konuşuluyordu. Ve yine radyodan Türkiye’nin birliklerini alarma geçirdiğini ve 30 parça gemiden oluşan bir filonun 19 Temmuz’da Mersin’den Kıbrıs yönüne hareket ettiğini duyduk. Artık Türklerin adaya çıkacağına emindik. O gece haritaya baktığımızı ve çıkarmanın nereye yapılacağının tahmin etmeye çalıştığımızı çok iyi anımsıyorum. Neyse yatmaya gittik.

Ertesi sabah 6:00 civarı eşim beni sarsıp “Türkler saldırıyor” diye uyandırdı. Önce dalga geçiyor sandım ama pencereden dışarı baktığımda evimizin aşağısındaki plaja taaruz edildiğini gördüm. Evimiz Girne [Beşparmak] Dağları’nın eteğinde, 750 feet (yaklaşık 250 metre) yüksekte, 5 Mil Plajı’nın tam karşısındaydı. Muhteşem bir plaj manzaramız vardı.

LEE060

Tepemizden uçaklar geçtiği için dışarı çıkıp evin etrafına üç adet İngiliz bayrağı serdik. Bir tane evin önüne, bir tane misafir kulübesinin yanına ve bir tane de evin arkasında çimenliğe. Bu iş bitince içeri girip kahvaltı yaptık. Daha sonra terasta otururken savaş gemilerden dağlara ateş açıldı. Bunun üzerine içeri girip evdeki tüm pencerelerini açtık.  Sonra yeniden terasa çıkıp oturduk. Kıyıdan açıkta 16 gemi belirdi. 15 dakika sonra 20 kadar çıkarma gemisi plaja yöneldi. Bu arada uçaklar plaj üzerinde uçuyor; bomba ve makineli tüfek atışı yapıyordu. Küçük silahlarla ve makinalı tüfeklerle bol bol ateş ediliyordu. Rumların mevzilendiği sırtlara doğru ateş ediliyor ve hava  taaruzu yapılıyordu. Ancak bu mevziler bizim bulunduğumuz yere bir hayli uzaktı. Bir saat sonra ortalığa sessizlik çöktü. Bittiğini düşündük. Ön bahçeden olanı biteni anlamaya çalıştığımız sırada arka bahçeden üç kişinin geldiğini gördük [Saat 14:00 gibi]. Bunlar Türk askerleriydi. Biri roketatar, ikisi otomatik tüfek taşıyordu. El salladık. Ancak aceleleri vardı. Ön bahçe kapısından çıkmaya çalışırken kapıyı ters yönde zorluyorlardı. Eşimle birlikte kapıyı doğru tarafa açmalarına yardımcı olduk. Roketatar taşıyan asker kapıya takıldığı için kurtulmasına da yardım ettik. Su ikram ettim, ama geri çevirdiler.[2] Tek istedikleri sigaraydı. İkram ettiğim sigaradan ikisi aldı. Üçüncü asker sigara içmiyordu.

Bundan sonra yeniden eve girdik ve duyurular için İngiliz kuvvetleri radyosunu açtık. Yüksek Komiserliğin bir duyurusu vardı. Sakin olunması ve gerektiğinde adadan acil tahliye ihtimaline karşı küçük bir çantanın hazırlanması öneriliyordu. Çantaları hazırlayıp yeniden terasta oturduk. Birdenbire arkadaki çitleri aşmaya çalışan bir kaç asker gördük. Bizi fark edince tüfeklerini üzerimize doğrulttular.

Oturmamızı ve subaylarını beklememizi söylediler. Bir tanesi silah olup olmadığını kontrol için eve bakmak istedi. Eşim koridorda iki köpek olduğunu ve odayı uyumak için kullandığımızı söyleyince yatak odamıza girmediler. Verdikleri tek zarar, silahlı birinin içeride saklanabileceği kaygısıyla kurşunladıkları garaj kapısıydı. Bu arada pasaportlarımızı hazırladım. Oturup bekledik. 10 dakika sonra bir subay geldi. Pasaportlarımıza baktı ve dost olduğumuzu anlayınca bizimle birlikte oturdu. Su ve sigara ikram ettik. Şansımıza subaylar birisi biraz İngilizce, diğeri ise biraz Almanca biliyordu. Böylece biraz sohbet edebildik. Bir süre sonra bir tanesi bir harita çıkardı ve nerede olduklarını öğrenmek istedi. Ancak bu harita şimdiki konumlarını gösterebileceğimiz kadar büyük değildi.[3]  Bu yüzden eşim daha büyük harita getirdi ve mutfak masasının üzerine yaydık.

Bulundukları yeri gösterdik. Tahminen yarım saat sonra yanımızdan ayrıldılar. Tek istedikleri haritamızdı. Başımıza bundan kötüsü gelmediği sürece işler yolunda diye düşündük.[4]

Yarım saat kadar sonra eşim insanların silah zoruyla nereye götürüldüğünü sordu. Pencereden bakınca köylülerin iki sıra halinde yürüdüklerini gördüm. Bir sıra arkalarında dört beş asker yokuş aşağı inerken, diğer sıra arka bahçemizden yukarı yürüyordu. Köylüler tek tek sorguya çekilip müştemilat binamızın çevresine oturtuluyordu.

Köylülerin arasında Kanadalı bir çift de bulunuyordu. Evleri bizimkinin bir kaç yüz yarda aşağısındaydı. Şu ana kadar yılın en sıcak günlerinden biri oluyordu. Hava sıcaklığı gölgede 95 F [35 C] dereceydi. Herkes bizim kuyumuzdan su içiyordu ve elektrikler bu sabahtan beri kesik olduğundan suyumuz çok azdı. Muslukları kapatmak kimsenin aklına gelmiyordu. Eşimin durumu aktardığı subaylardan birisi kuyunun başına bir nöbetçi dikene kadar böyle devam etti. Su kıtlığını herkesten iyi bilmesi gereken köylüler yine de muslukları açık bırakmaya devam ettiler.

İki saat sonra askerler ayrılacaklarını söylediler ve eşim bir kaç fotoğraflarını çekti. Bu aşamaya dek hepsi dostça ve kibar davranmıştı. Kısa süre sonra köylülerin Fteriha Köyü’ne geri çıktıklarını gördük. Askerler ortalıkta görünmüyordu. Eşim burada yaşamaya devam edeceksek gidip köylülerle konuşalım; yoksa hakkımızda kötü şeyler düşünürler dedi. Aceleyle peşlerine düştük. Köylülere yaklaştıkça bir üzüntülü bir adamın feryatlarını duyar olduk.

Üzüntüsünün nedeni eşi ve iki çocuğunun ormana kaçmaya çalışırken başka bir grup Türk tarafından vurularak öldürülmesiydi. İnsanlarla birlikte Fteriha Köyü’ne kadar yürüdük. Aşağı yukarı 150 kişi kadar vardı. Hepsi Fteriha’dan değildi. Aralarında aşağımızdaki Elya Köyü sakinleri ve 6 Mil plajından insanlar da vardı. Bunlar çatışma başlar başlamaz dağlara kaçmıştı. Ayrıca aşağı evdeki Kanadalı çift de bunlarla beraberdi. İnsanlarla 20 dakika kadar konuştuk. Bizden telefonla BM’ye ulaşmaya çalışmamızı ve teslim olduklarının Türklere bildirilmesini rica ettiler. Daha sonra yeniden evin yolunu tuttuk.

Evimiz köyün çeyrek mil aşağısındaydı. Müştemilatın hizasına geldiğimizde, bahçemizde altı Türk askerinin oturduğunu gördük.

Müştemilatın etrafına toplanmışlardı. Bizi görür görmez ayağı fırlayıp silahları ile tehditkar hareketler yaptılar. İkimiz de ellerimizi havaya kaldırdık ve bahçe kapısına yöneldik. Askerlerden birisi bana ateş etti. Mermi kulağımın yanında vızıldayarak geçti. Kendimi hemen yere attım. Eşim ise elleri havada ayakta durmaya devam ediyordu.

Biraz sonra yavaşça doğruldum.  Evi işaret ederek bizim olduğunu anlatmaya çalıştık.

Bir kaç asker bahçeden çıkıp bizi yakaladı. Eşimin elbise kemerini alıp onu bir makineli tüfeğe bağladılar.  Ellerinde beni bağlayacak bir şey kalmayınca akıllarına daha iyi bir fikir geldi. Eşimi çözüp ellerimi arkadan önce birbirine, sonra da eşimin sağ eline bağladılar.

Üstümü aramaya başladılar. Cüzdanımdan başka bir şey bulamadılar.

Cüzdanımı aldılar. Bir daha geri vermediler. İçinde 200 pound ile 100 dolar ve kredi kartlarım vardı. Sonra bizi bir duvarın önüne iteklediler ve oturmamızı söylediler. Ellerinizi arkadan bağlı olunca bunu yapmak çok zordu.

Askerlerden birinin eli yaralıydı.  Eşim yaraya bakabileceğini işaretle anlattı. Onu benden çözdüler. Kilitli kapıyı açmaları için anahtarlarımı onlara verdim. Böylece eşim askerin yaralı elini bandajlayabilecekti. Evin içinde iki köpeğimiz olduğunu açıklamaya çalışıyor; köpeklere zarar vermemelerini rica ediyorduk. Sadece gülüp “boom boom dog finish” dediler. Yeniden ellerimi arkadan bağlayıp alçak bahçe duvarının üstüne oturttular.  Eşimi evime götürdüler, ama anahtarları kullanmayıp, tüfeklerinin dipçikleriyle balkon camlarını kırarak eve girdiler.  Bu arada silahını başıma doğrultmuş bir muhafızla yakıcı güneşin altında oturuyordum.

Eşimin anlattığına göre evin içinde olanlar şöyle: Eve girer girmez bütün çekmeceleri çekip ellerine geçen her şeyi, fotoğraf makineleri, kol saatleri, çalar saatler ve eşimin tüm mücevherlerini yağmalamışlar. Daha önceden hazırladığımız ve kilitlemediğimiz valizleri kasaturalarıyla deşip içlerindekileri etrafa savurmuşlar.

Parfüm ve şampuan şişelerini mobilyaların üzerine boşaltmışlar. Evin altını üstüne getirmişler. Eşimi çekiştirip eşyaların üstüne basmışlar. Ta ki eli yaralı asker bana ne olacak diye sorana dek.

Neyse ki eli bandajlamayı becermiş.

Yirmi beş dakika kadar sonra hepsinin evden çıktığını gördüm. Eşimi yeniden görünce rahat bir nefes aldım.

Daha sonra beni çözüp yeniden birbirimize bağladılar.  Ama bu kez benim sol kolumu eşimin sağ koluna bağladılar. Bizi evin etrafında dolaştırıp yüzme havuzunu doğru sürüklediler. Bizi öldürecekler diye düşündüm. Bu düşünceyi eşimle paylaştığımda “sebep?” dedi. Neyse ki bizi öldürmediler. Havuzun yanından geçirip kayaların ve yıktıkları bir çitin üzerinden sürükleyerek bir su deposuna doğru götürdüler.

Roket isabet ettiği için delik deşikti. Her tarafından sular akıyordu.

Bu sırada çok kötü canım yanıyordu. Lösemi hastasıydım ve güç bela ayakta duruyordum. Bu yüzden eşim ve askerlerden biri yardım ediyordu.

Kendime gelmem için başımı suyun altına tuttular ve içmem için biraz su verdiler.

Kısa bir süre sonra yeniden yola koyulduk. Bir tepeye tırmandık.

Tepede ağaçların altında bir astsubay, bir kaç asker ve esir alınmış iki Kıbrıslı Rum vardı. Orada iki saat kadar geçirdik. Bu arada bizi esir alanlarla işaret diliyle iletişim çabalarımız karşılıksız kaldı.

Saat 17:00 civarı eşim hasta olduğumu ve dinlenmem gerektiği için eve dönmek isteğimizi söyledi. İlk başta yanıt gelmedi. Daha sonra fikirlerini değiştirip gidebileceğimizi söylediler. Eşim iki yaşlı Rumun da bizimle gelip gelemeyeceğini sorduğunda, olumsuz yanıt verdiler ve onları öldürmeye niyetliymiş gibi hareketler yaptılar. Ama bir süre sonra hepimizin gidebileceğini söylediler. Bir Rumlardan birinin ve bir askerin yardımıyla tepeden aşağı eve doğru yola koyulduk. Eve varınca patikada oturmamız söylendi. Anımsayamadığım bir nedenle  eşim eve girdi ve yatak odasındaki makyaj masasının çekmecelerini tüfeği ile karıştıran bir askere rastladı. Asker eşimi görür görmez üstüne atlayıp tecavüze yeltendiyse de eşim talihin de yardımıyla askerin elinden kurtulmayı başardı.

Bir süre sonra hepsi çekip gitti. Evde iki Rum ile başbaşa kaldık.

Aniden ön kapı yumruklandı. Eşim kapıyı açtığında askerlerden biriyle karşılaştı. Geri dönmüştü. Eşimin kol saatini istiyordu, ama eşim saatini kaptırmamayı becerdi.

LEE061

[1] Yunan Cuntası’nın Kıbrıs’ta işbaşına getirdiği isim, Nikos Sampson’du. (ç.n.)

[2] Birliklere Rumların suları zehirlemiş olabilecekleri söylenmişti.

Bu su ikramını muhtemelen söz konusu uyarı nedeniyle geri çevirdiler.

(ç.n.)

[3] Benim pey verip satın alamadığım notlara göre – ki bunlar anlaşılan Pauline tarafından tutulmuş – subaylar St. Hilaryon’a gitmek istiyormuş. Ellerindeki harita ancak Trimithi (Edremit) ve Karmi’ye kadar uzanıyormuş.

[4] Ebay’daki satıcının benim alamadığım bir Pauline ait notlarından yaptığı alıntılarda, bu subayların kendilerine ikram edilen sigarlardan kalan yarım paketi iade ettikleri yazıyor.

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar